26 Ekim 2009 Pazartesi

18 Ekim 2009 Pazar

bitti

geldim gidiyorum.

hep iğreti hissettim kendimi dünyada. her zaman ben misafir, sizler ev sahibiydiniz. şu dünyada hiç bir şeyi arzulamadım, hiç bir şey için çaba sarf etmedim. hep içimde yanan bir tutkuydu gerçeğe ve tanımlayamadığım aşk.

sonra aşkı da tattım, aşk acısını da. onunla anlam kazanan dünyam, gene onun elleriyle yıkıldı. galiba görevimi tamamladım. en çok da, hiç anlaşılmamaış olmak ve bundan sonra da anlaşılamayacak olmak koyuyor. beni anlayacak aşkın bir varlık eğer varsa, tek tesellim onun ilahi kollarında ağlayabileck olmak. ihtiyar doğan çocuk, hiç çocukluğu tadamadan gidecek.

17 Ekim 2009 Cumartesi

sis (tamamlanmamış şiirim)

karalama halindeki, henüz tamamlamadığım bir şiirim. sonradan yapacağım eklemeleri beğenmeyeceğim için büyük ihtimalle de hiç tamamlanmayacak.



...
ne bir gemiyle bilinmeyene gideceğim
ne de karanlık bir kuyuya ineceğim

nefes olacağım
rüzgarda bir hece
yağmurda bir ıslık
ve kar tanesinde
ağıt olacağım

şiir olacağım
dolduracağım gündüz ve gecenizi
tekrar edeceksiniz
kulaklarınıza fısıldadığım dizeleri

her tohumla birlikte canlanacağım
şarkılar söyleyip büyüyecek
kuru yapraklarla döküleceğim

her şey benimle nefes alacak
ölmeyeceğim
...

12 Ekim 2009 Pazartesi

gece nöbeti

iki dolunay bekleyeceğim
gündüz ve gece
hep özleyeceğim
arada mesafeler olsa da
nefesini içime çekeceğim
toprak gözlerin girecek düşüme
her bakışında yeniden
doğacağım
öleceğim
uyanıp iki dolunay bekleyeceğim
dedim ya
özleyeceğim

gece sayıklamalarımdan biri. histeri nöbeti şiirim. özlemim. tarif edemediğim, anlatamadığım ve dahi kimseyle paylaşmamım mümkün olmadığını bildiğim hislerin bir iç çekişi, ahı. beklemek, insanın büyük imtihanı.

10 Ekim 2009 Cumartesi

bu akşam

akşam dönüştürüyor beni, pek kimse bilmez. başkaları için zorlukla çıkardığım kahkahalar anlamsızlaşıyor kendimle baş başa kalınca, kökü insanın dünyaya düşmesine kadar uzanan o meşhur "insanı olur olmaz yakalayan sebepsiz hüzün" misafirim oluyor. kimi zaman ben yıldızlara bakarken gelmiş oluyor, kimi zamansa derin bir iç çekişimde yanımda buluyorum onu. bazen de aşk sızılarımda ziyaretime geliyor. konuşuyoruz havadan sudan kendisiyle, hasbihal ediyoruz. seviyorum onu, keşke gitmesen, diyorum. güneş doğmadan evvel kapısına uğranacak epey romantik, epey şair, epey yalnız var, diyor. gidiyor.

(http://blackcloudconnected.deviantart.com/art/Alone-29284646)

birisinin nazarında onun "deniz feneri" olmuşum. ben yolunu kaybetmiş ve üstelik yolu bulma telaşından bile sıyrılmış bir meczupken hem de. bu beni mutlu etti, ama itiraf etmeliyim ki bir o kadar da şaşırttı.

sahi, deniz feneri hüzünden başka ne çağrıştırabilir insana? sislerle kaplı bir sahilde kayaların üzerinde yalnız bir kule. gemicikler kaybolmasın diye ışığıyla dağıtıyor sisleri. ama kendisi de kayıp aslında. nereden gelip de çakılı kaldığını bilmiyor o lanet kayalığın üzerine. ama yine de var içinde, sislerin ve kayaların elinden alamadığı yegane şeyi, ışığı. kendisi kirlendi belki, gelip vuran dalgalar yıprattı. ama o ışığıyla anlattı. kadim kayıp, gemileri kurtardı.

masaldan gerçeğe dönersek, gemi ile bu akşam kah konuştuk kah susuştuk. konuşmayı pek sevmem ama onunlayken çok konuşuyordum bu aralar. "deniz feneri" payemi onca lafın içerisinden bir iki doğru söz çıkmasına borçluyum galiba. ama farkımız şu ki, o susarak bile benim ışığım olmuştu.

7 Ekim 2009 Çarşamba

altın pasajlar (dalgalar - virginia woolf)

"Kargaşa gittikçe yaklaşıyor," dedi Bernard, "Burada üniversitede, yaşamın gürültü patırtısının ve baskısının böylesine doruğa ulaştığı, yalın yaşama coşkusunun günden güne daha gerekli olduğu yerde. Kocaman, kepekten yapılma pastanın içinden her saat yeni bir şey kazılıp çıkarılıyor. Ben neyim, diye soruyorum. Bu mu? Hayır, ben şuyum. Özellikle şimdi bir odadan, konuşan insanlardan ayrıldığım, yapayalnız adımlarımın altında kaldırım taşlarının çın çın öttüğü, ayın görkemle, ilgisizce eski kilisenin üzerinden yükselişine baktığım zaman iyice anlıyorum, bir tek ve yalınkat değilim, karmaşık ve çoğum."

(http://hreidstudios.deviantart.com/art/Waves-119341516)

geç ve (neredeyse her favori yazarım gibi) tesadüfen keşfettiğim bir değer virginia woolf. yazarlığında büyük bir isme sahip olmasının yanı sıra gerçek bir entelektüel. ne yazık ki, bu hüzünlü bakan kadının sonu da yaşama kendi elleriyle son vermek olmuş.

dalgalar'dan bir kısa pasaj. alıntılanabilecek o kadar çok yeri var ki aslında. ama satırlar, sayfalar da birbirine o kadar bağlı ki hiç bir parça terk başına iken "bütünde yer alırkenki güzelliğini" yeterince sergileyemiyor.

"dalgalar" inanılmaz bir kitap. roman-şiir-tiyatro karışımı bir eser. altı kişinin ağzından sahnelenen bir oyun gibi. zaman ilerliyor, yeni bir perde başlıyor. altı kişi çocukluktan yaşlılığa ilerliyor. daha ilk sayfalardan itibaren, harikalar diyarına giden alice'in yaşadığına benzer bir şaşkınlık yaşadım. inanılmaz anlatımlar ve enteresan benzetmeler başımı döndürdü. woolf'u, dehasını kıskandım. çünkü uzun zamandır yazmayı düşündüğüm, kafamda şekillendirdiğim "şiirsel roman" türünün (pek çok zekice buluş gibi) yıllar önce, hem de ulaşılması mümkün görünmeyen bir seviyede yazıldığını gördüm.